Dr. David T., Counseling Psychology Master programımın en zorlu profesörlerinden. Bir türlü yaptıklarımı beğendiremiyordum. Sürekli daha iyisi diye tutturuyordu. Iyi de oluyordu tabi. Dersimiz “Psychopathology” yani psikolojinin ruh hastalığını inceleyen dalıydı. Nöroloji, fizyoloji, anatomi, biyoloji, tıp, psikiyatri gibi farklı disiplinlerde araştırmayı gerektiren bir dal bu. Birgün Dr. David skype ile telekonferans yapmak istediğini söyledi ve sevinsem mi üzülsem mi pek emin olamadım. Görüşmemiz benim açımdan tek kelimeyle mükemmeldi ve dersi 94 puanla bitirmeyi başarmış olmaktan da gayet memnundum. Bu telekonferansın bana en büyük faydası yeni bir terimle karşılaşmak oldu aslında. “Worried Well”.
Ozellikle 30’lu ve 40’lı yaşlarında kişilerin mutluluk, iyi yaşam, sağlıklı yaşam ile kafayı bozduklarını düşünmeden edemiyorum. Bunun doğal bir döngü olduğunu da söyleyebiliriz belki…
Yaş icabı hayatta yapmak istediklerimizde geç mi kalıyoruz?
Arkadaşlarımız ve tanıdıklarımız bizden daha mı mutlu?
Et, süt, yumurta sağlıksızmış? Vejeteryan ve ciğ (modern tanımıyla “canlı”) yemekler mi yesek?
Amerika’da yaşadığım yıllarda, buradaki insanların mutluluk ve huzuru hayatlarının odak noktasına koyduğunu düşünüyordum, ama sebebi, hayatta çok fazla zorlukla uğraşmak zorunda kalmamalarıydı. Herşey mükemmel ve tıkır tıkır işliyordu. Uğraşacak tek şey fazla tıkırtı olup olmadığı, alt komşunun sigarasının dumanı üst kata hafifçe sızmış olabileceğiydi…Tüm bunlar, kişisel alanlarına, sağlıklı ve mutlu yaşamlarına bir tehdit gibiydi. Her sistemin bir yararı bir de zararı var, degil mi?
Sağlıklı ve hayatı yolunda olan insanların sürekli endişe ve korku ile kendini yiyip bitirmesi, “kendimle yarışıyorum, başkalarıyla değil” masalı ile sürekli daha fazlasına ulaşmak istemesi, işte bizleri worried well grubuna sokuyor.
Worried Well grubuna girenlerin istedikleri mutlu ve huzurlu yaşamı elde etmelerinde 2 faktörün önemli olduğunu düşünüyorum. Bu faktörler zaman zaman hepimiz için zor.
1- Karar vermek/Seçim yapmak
2-Yaptığımız seçimleri kabul etmek
Seçim yapabilmek için önce seçeneklerimiz olması gerekiyor. Seçeneklerimiz olduğunda da birini seçmek gerekiyor. Barry Schwartz’a göre fazla seçenek bizleri mutsuz ediyor çünkü seçim yapmayı gücleştiriyor. Oysa, pazarlamanın CRM bazlı olduğu günümüzde, tüm seçeneklerin kişiselleştirildiği bir dönemde, bu paradox insanın kendini bilerek veya bilmeyerek içine attığı bir durum.
Yaptığımız seçimleri kabul etmek, dönüp,”acaba diğer seçenek daha mı iyiydi” diye kendimizi yiyip bitirmemeyi beraberinde getiriyor.
Karar vermek ve aldığımız karar doğrultusunda ilerlemek her zaman kolay olmayabilir. Yine de, alınan her karar, bizim için beklediğimiz faydayı sağlamıyorsa, yol ortasında değiştirilebilir.
Takıntılı yaşam ise sanıyorum iyi yaşamın önündeki engellerden birini oluşturuyor. Sürekli mutlu olup olmadığınızı düşünmek, sürekli doğru beslenip beslenmediğiniz hakkında endişelenmek, sürekli istediğiniz hayata sahip olup olmadığınız konusunda tereddütler yaşamak yerine, hayatta “hareket etmeyi” denemek iyi bir seçim…
Sebebi ise, “pop kültür” tarzı haberleri dergi, kitap ve gazetelerde yayınlayanların en temel özelliği, önce korkuyu hissettirip, çareninse, onların size sunduğu çözümlerde olduklarına ikna ediyor olmaları.
Hareket etmekten kastım şu: hayat sadece mutluluk ve huzurdan ibaret olsaydı, hepimiz sıkılırdık. Yaptığımız işlerde gelişmemizin en büyük sebebi, sürekli bizi rahatsız eden bir konunun olması aslında. Hayatlarında rahatsızlık hissetmeyenlerin, gelişım ve değişim için fazla bir çaba göstermedikleri kesin.
Günümüzde, bir genç 32 yaşına gelmeden 9 iş değiştiriyor. Bunun mutlu olmamakla bir alakası yok, kişinin hedefleri doğrultusunda arayışnı gerçekleştirirken yaptığı yolculuğun bir yansıması. Günümüzde şirketler Y kuşağından şikayetçi “sık iş değiştirdikleri için” ancak onlar da bir şirkette 20 yıldır çalışan “mutlu verimsizler”den şikayetçiler “statükoyu korumakla meşgul oldukları için”.
Hareket etmek, aynı zamanda seçim yapabilmek için alternatifleri deneyebilmektir.
Günümüzde mutlu yaşam, istediğimiz herşeye sahip olabildiğimiz bir yaşam olarak veriliyor. Reklamlar, fotoğraflar, yazılar ve hikayeler… Oysa hayatta hiçbirimiz istediğimiz herşeye sahip değiliz. Ustelik, mutlu olmak için Maslow’un piramidinin tepesine çıkmak için insanlık son 20 yıldır sanki daha fazla uğraşıp duruyor. “Kendini gerçekleştirme” en önemli unsur olarak gösteriliyor. Bu noktaya ulaşamadıkça da mutsuzluğumuz artıp duruyor. Kendini gerçekleştirmenin ne demek olduğunu ve nasıl hesaplanacağınıysa henüz kimse tam olarak bilmiyor. Yinede bilinmeyene yolculuk sanırım “challenging” olduğu için bunu denemeye değer buluyoruz. Yani, mutlu olmak için “zorlukları aşmayı” seçiyoruz. Ilginç değil mi?