Profesyonellerin Kariyer Yolculuğu
Yazan:Uğur Özmen, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Serbay ile “Diğeri gibi düşünmek” isimli yazının yorumlarında yazışırken aklıma geldi.
Henüz 1990’a gelmemiştik. Yapı Kredi sonradan girdiği kredi kartı pazarında hemen liderliği ele geçirmişti. Sanırım liderliği sürüyor.
Beymen “kendi mağaza kartını” (private label card) çıkarmak istedi. Banka adına görüşmeleri ben sürdürüyordum. O sıralarda günde 3 – 4 bin kişi Yapı Kredi şubelerine kredi kartı almak için başvuruyordu. Kendimizce hesapladık. Marka kartı çıkarmak için kredi kartı altyapısını ne kadar değiştirmeliydik?… Bunun maliyeti ne idi?… Burada yazabileceğimden çok daha fazla ayrıntıyı gözden geçirdik. Sonunda OLUMSUZ yanıtladık.
Bir süre sonra Adidas bizden benzer bir “marka kartı” çıkarmamızı istedi. Yanıtımız yine OLUMSUZ oldu.
Bir iki sene sonra Boyner grubu BENKAR’ı yarattı. Arkasından Cankurtaran Grubu CANKART’ı yarattı. Her ikisi de birçok markanın kartını çıkardılar. Kredi kartının taksit yapmaması da işlerini kolaylaştırdı. Yıllarca bankaların korkulu rüyası olan Advantage kartın doğmasını sağlamış olduk.
Bankalar, marka kartı işine ancak 1997’de eğildiler. Yine kişisel reklam kokacak ama, onu da ilk ben tasarladım. Şu anda Türkiye’de tüm kartlar taksitli ise, bunu başlatan Taksitcard’dır. Taksitcard fikrini de ben ortaya attım. Önemli olan nokta şu: Eğer ikibuçuk yıllık bir dönemde pazar payı %0.2 olan bir firmada çalışmasaydım ve iş hayatıma Yapı Kredi’de devam etmiş olsaydım, belki de Taksitcard’ı çıkaramazdım.
Büyük kurumlarda çalışıldığı zaman, kurumsal bakış açısı sadece iyi yönleriyle değil kötü yönleriyle de insana egemen oluyor. Kariyer Yolculuğu’nda sıkca bahsedildiği gibi, innovasyon’u bizzat kurumsal kültür engelliyor. “Böyle iyiyiz. Sektörün lideriyiz. Demek ki en doğrusunu biz yapıyoruz.” düşüncesi, en alttan en üste herkesi kavrıyor. Mevcut durumun aslında geçmişin bir yansıması olduğu, gelecek için birşeyler yapılması gerekiği konusunda üst yönetimler kolay ikna edilmiyor. (Bu duruma, tahmin modelleri eğitimi’nde “dikiz aynasına bakarak araba kullanmak” diyoruz.)
Sonra büyük kurumlar, küçük oluşumlar karşısında bile yeniliyor.
Uğur Özmen’in Diğer yazıları:
5 Comments
Eren Kumcuoğlu
Dikiz aynasına bakarak araba kullanmak çok yerinde bir tanım olmuş gerçekten.
Büyük başarıların ve büyük yeniliklerin büyük şirketlerde geleceğini düşünürdüm üniversitedeyken.
Halbuki zirveye tırmanmak için daha iyisini yapacağımız ortamı çoğu zaman takipçi ya da daha küçük, esnek ve organik şirket yapılarında bulabiliyoruz.
Bu “tersine örnek” insanlara ilham verir diye umuyorum…
Serbay(Theblognote)
Çünkü her zaman küçük olanın 5 adım atması gerekirken büyük olan 1 adım atsa da yeterlidir.
Büyük olunca bürokraside artacak eskiden hadi yapalım diyebilinen bir şeye bir düşünelim, yapsak mı yapmasak mı şunla da toplanalım bunla da toplanalım derken vazgeçiş daha kolay olucaktır.
Bana göre günümüzde hem büyük hem yeniliklere açık hem de kolay, hızlı karar alabilen yapılar kazançlı çıkmaktadır.
Aynen Google gibi, oldukça büyük bir yer, eğer ben güzel bir arama motoruyum bana bunlar yeter deyip yollarına devam etselerdi heralde bugünleri göremezlerdi.
Ama büyük olup küçük gibi davranan Google bir sürü ek hizmetiyle şuanda kendi alanının tartışmasız bir numarası durumunda.
Bir de yahoo!’ya bakalım, evet onlarda hala büyük ama çok ağır hareket ettiklerinden çoğu üstünlüklerini Google’a kaptırmış durumdalar, bunlar Hotmail içinde geçerli.
Yani büyürken küçülmek lazım. Yeniliklere her daim küçük şirketler gibi aç olmak lazım. Ki bu sayede büyüklük baki kalsın.
Fatmanur Erdogan
Büyük şirketlerin daha tutucu olmasının doğal olduğunu düşünüyorum. Büyüdükçe kaybedilecek değer artar, bu da iki kere düşünmeyi gerekli kılar. Küçükken, kaybedecek değer daha az, kazanılabilecekler daha fazla olduğundan risk almak da kolay olur.
Serbay (Theblognote)
Bence tutucu olmakla yeniliklere hızlı adapte olamamak arasında ciddi fark var.
Bir şirket tutucu olabilir, tabiki büyüktür hamlelerinde 2 defa düşünmesi gerekir ama yeniliklere kapalı olursa uygulamalarda zaman kaybederse bir başkası gelir o işi yapar.
Dediğim gibi nasıl Google gibi şirketler bu kadar büyük olmasına karşın hala bir sürü yenilik peşindeyse büyük şirketlerinde bu şekilde düşünüp ağır kalmadan riski minimize etmek adına iyi analiz ederek başarılı olabileceğini düşünüyorum.
(Bütün dediklerim bir varsayımdır, sizler gibi tecrübeli olmadığımdan, bu işleri bu kadar yakından bilmediğim bir gerçek)
Büşra Akdoğan
Babam Türk Ticaret Bankası’nda çalışırken bir yandan da ek iş olarak fabrikalardan aldığı (kazak, hırka gibi) tekstil ürünlerini annem ile birlikte çevresine pazarlıyordu. Daha o zaman bırakın taksidi, kredi kartını ATM’lerin, banka kartlarının bile olmadığı dönemlerde kazak sattığı çevresine 2’den 12’ye kadar taksit yapma imkanı sunuyordu. Yani aslında ilk taksitlendirme imkanı Taksitcard’tan değil; ismini bile bilmediğimiz babam gibi küçük üreticilerin, satıcıların ya da pazarlamacılardan geliyor olabilir. Belki babamın bu fikri sektörde bir çığır açamadı. Belki babam bu fikri çalıştığı banka ile paylaşmış olsaydı kart ile taksitlendirme hizmetlerinin öncüsü Türk Ticaret Bankası olacaktı. Belki babam bu çalışmaları ile sektörde dev haline gelemedi; ama kurumsallaşmış ve yabancı sermayeli tekstil firmaları pazarı tamamen ele geçirene kadar buradan oldukça iyi gelir elde etmeyi başardı.