5 yıldır sosyal sorumluluğu daha iyi anlamaya çalışıyorum. Hangi tarafa dönsem, kiminle konuşsam, hangi kitabı okusam, hangi seminere katılsam, hepsi ille de “kurumsal sosyal sorumluluk” diyor.
İş dünyasının bu alanda çalışan profesyonellerinin bunca yoğun baskısı altında sosyal sorumluluk çalışmaları yapmamak ya da bu konuyu sorgulamak neredeyse imkansız. Linç edilme olasılığınız epey bir yüksek, ya da bilgisizlikle suçlanmanız çok olası. İşin tuhafı, herkes kırık plak gibi aynı sebepleri sayıyor, aynı görüşleri savunuyor. Ben buna “sürü psikolojisi” diyorum. Dışlanmamak ve iş dünyasına birşeyler bildiğini hissettirmek istiyorsan, sürüye uyacaksın. Hepimiz biraz da olsa sürüye ait olmak durumundayız gerçi, ta ki, bir kara keçi çıkıp bilineni değiştirene ve bizi başka bir sürüye katılmaya ikna edene kadar…
Ben, kurumsal sosyal sorumluluğu ve şirketlerin bu projelere sorumluluk adı altında katılımını sorguluyorum. Yapılan çalışmaların “sorumluluk” olup olmadığını sorguluyorum. Meslektaşlarımın “hangi projeler sorumluluk projesidir, hangileri değildir” tartışmalarına da tek bir cevabım var. Yapılan hiç bir projeyi “kurumsal sosyal sorumluluk” projesi olarak göremiyorum. Bu çalışmalara bir isim gerekiyorsa “sponsorluk” en gerçekçi duranı diyorum. Ve eğer sorumluluk adına destek/sponsor olacaksak, neden bu tip projeler için STK’ların rölünü, önemini, gücünü ve değerini artırmayı tercih etmiyoruz da kurumları ön planda tutmayı daha mantıklı görüyoruz?
Toplumları oluşturan vatandaşlar, kurumlar büyüdükçe ve karlılıkları arttıkça, şirketlerin bu gelirlerini toplumla paylaşmaları gerektiğini söylüyorlar. Yani düşünce, kurumlar güçlendikçe bu gücü dağıtmaları gerektiği yönünde. Kurumlarda, “hep banacı” yani “bencil” olarak algılanmamak için böyle projeleri bir yöntem olarak görüyor. Itibar artırıcı faaliyetler arasına sokuyor. Ancak, kurumlar sosyal konulara da destek olmaya başladıkça, aslında güçleri daha da yayılıyor. Etki alanları kendi iş kollarının dışında da genişliyor. Toplumların bu isteği dolayısıyla bir ikilem yaratmıyor mu?
Sürdürülebilirlik (ki bu konu da artık kazanç kapısı sağlayan bir çalışma halini almış durumda) 3’e ayrılıyor. Ekonomik, Sosyal ve Çevresel. 3 konuda birbiriyle doğrudan bağlantılı.
Sosyal Sorumluluk, her bireyin görevi değil midir? Bireylerin kişisel sorumluluk almasıyla fayda ortaya çıkmaz mı? Toplumu oluşturan bireyler sorumlu hareket etmedikçe, kurumların “çocuklara hijyen eğitimi” verdirmesi neye yarar? Bu eğitimi verdirmek kurumları sosyal sorumlu mu yapar? Yoksa bu eğitimi verdirmesi gereken birimler işlerini yapmadıkları için başka şirketler bu bedeli ödemek zorunda mıdır?
McDonalds örneğine bir bakalım. Çocukların çok sevdiği 940 kcal’isi bulunan BigMac menüsü yanında şirket “sağlıklı ve dengeli yaşam çalışmaları” yaparak sosyal sorumlu bir şirket oluyor!
Bu tip çalışmaların yapılması, desteklenmesi elbette güzel ve gerekli ancak bu çalışmalar sosyal sorumluluk mudur ondan hala pek emin değilim. Sponsorluk çalışmaları da bir nevi sorumluluktur, ama bu tip çalışmalar sponsorluk’tur ve sponsorluk adı altında devam etmelidir diye düşünüyorum.
Bakın enteresan bir durum daha: MPR Pazarlama Halkla İlişkiler sosyal sorumluluk çalışmalarıyla aldıkları ödülleri sıralamış. Ben anlayamadım. Bu projeleri MPR mı yapmış, yoksa danışmanlık verdiği şirketler mi yapmış? [Danışmanlık şirketlerinin toplantınıza katılmak için bindikleri taksi ücretlerini dahi şirketlerden tahsil ettiklerini hatırlatmak isterim.]
“Kurumlar nasıl sosyal sorumlu olurlar?” diye düşündüğümde, aklıma şu geliyor. Bakın, kriz dönemindeyiz. İşten çıkartmalar başlıyor. Üretimler yavaşlıyor. İşsizlik %12’ye vurdu. Peki, şirketlerin asıl sorumluluğu çalışanlarına, tedarikçilerine, iş ortaklarına yönelik değil midir? Şirketleri başarıya götüren, o “en değerli varlığımız insan kaynağımız” değil midir? Bu insan kaynağı sonuçta topluma katkı sağlayan bireyler değil midir? Öyleyse, şirketler bu gibi zor dönemlerde çalışanlarına karşı nasıl bir toplumsal sorumluluk üstleniyor? Bu zor zamanlarda iş gücünün kötü şartlardan en minimum şekilde etkilenmesi için ona nasıl bir yatırım yapıyor? Asıl kurumsal sosyal sorumluluk bu değil midir?
Ve ey toplum, şirketlerden sana beyin ve emek gücün karşılığında verilen bu ekonomik gelir ve güç karşısında bireysel olarak ne kadar “sorumlu” bir vatandaş olarak yaşıyorsun?
Topluma kazandırılan her çalışan yani her üreten insan, ekonomik güç demektir, ticaretin sürekliliği demektir, gelişmenin temeli demektir.
Belki de yönetsel dengelerin ağırlığına tekrardan göz atmak gerekiyor.
28 Comments
Hüseyin
Fatmanur hanım blogunuzu takip ediyorum uzun bir süredir. Düşünceleriniz, yardımlarınız ve desteğinizle bizlere çok faydalısınız. Teşekkür ederiz.
yeliz
sosyal sorumluluğu sadece sponsorluk olarak görmek çok yanlış olur. şirketler toplumlara fayda sağlayabildikleri oranda büyümeye devam edebilecekler. Bu belki günümüzde böyle değil ama ileride insanlar bilinçlendikçe daha belirgin hal alacak.
Fatmanur Erdogan
Forbes’daki bu yazıyı okumanızı öneririm. Güzel ve kısa..
http://tinyurl.com/5gkpqf
Özellikle “CSR wealth” nasıl yaratılması gerektiği konusundaki yorumun çok iyi olduğunu düşünüyorum.
Fatmanur Erdogan
Corporate Citizenship’e muazzam bir örnek arıyorsanız, buyrun…
http://www.ge.com/innovation/ghana/index.html
Çağdaş Gümüş
Fatmanur hanım, harika bir yazı olmuş.
Ben de şunu eklemek isterim, Benim tespitim “Kurumsal Sosyal Sorumluluk”,”zenginleşen şirketlerin refah paylarının bir kısmını toplumla paylaşması” gibi kavramlar ancak gelişmiş toplumlar için dert olur. Bunu biraz, karnını güzel bir yemekle doyurmuş, üstüne tatlısını isteyen bir insana benzetiyorum. Bizim ülkemiz gibi Dünya nüfusunun çok büyük bölümünün bırakın tatlıyı yemeği zor bulma gibi bir durumları var. Böyle bir durumda aslında kimse bu şirket Afrika’daki açlara yatırım yapıyor mu, yok geri dönüşümlü malzemeler kullanıyor mu diye bakacağını sanmıyorum. En basitinden kimse(Orta-alt tabaka) ülkemizdeki bir GSM operatrünün güneydoğudaki bilmem kaç kızı okutuyor diye onu tercih edeceğini de sanmıyorum. Bu işler ülkemizde biraz o yaptı, ben de yapayım modunda yürüyor gibi..
yeliz
forbes’daki yazıyı da okudum ama bahsedilenlerin sosyal sorumlulukla alakası fazla yok bence
Eren Kumcuoğlu
Uzun zamandır birileri bu konuda bir şey karalasın diye bekliyordum. Ajans tarafından birilerinin bu konuyu tam olarak kavrayamayacağını düşünürken, yine kurum tarafında çalışan birinin ele aldığı bu yazıyı okumak çok keyif verdi.
Öncelikle, (Kurumsal ya da değil) Sosyal Sorumluluk kavramının (belli bir entelektüel seviyeye ulaşmış insanlar hariç!) vicdandan değil, tamamen iktisadi bir takım beklentilerden ötürü doğduğunu düşünüyorum.
Şirketlerin onbinlerce çocuğu okutması ileride hem iletişimde sempatik gözükmelerini, hem de kendisine sorgusuzca ve aşkla çalışacak modern köleler istihdam etmesi motivlerini de içerebilir. Bu konuda (devamını yazacağıma söz verdiğim) şöyle bir yazı yazmıştım, ilgilenenler inceleyebilir;
http://branderen.blogspot.com/2008/09/kurumsal-sosyal-sorumluluk-kimin-harcdr.html
Daha mikro açıdan bakarsak, fakire sadaka veren inançlı insanlar bunu “sevap” kazanmak ve karşılığında Tanrı’nın onlara vaat ettiği gerçekliği (cennet) yaşamak için bu duyarlılığı gösterirler.
Entelektüel insan ayrımını yapmamım sebebi, bu insanların genellikle belli otoritelerden (Tanrı, toplum onayı vs.) bir beklenti içinde olmadıklarından, söz konusu davranış modellerini tamamen “vicdan” vasıtasıyla sergiliyor olmaları olduğudur.
Bir örnek vermek gerekirse; Bugüne kadar bütün rotary kulübü toplantılarına bedava ürün sponsorluğu yapan bir şirketin önce bu tip toplantılara ürün yollamamasını, ardından da böyle bir sponsorluğa girilecekse etkinlik seçilirken özen gösterilmesini sağladım;
http://branderen.blogspot.com/2008/04/sponsorluk-iin-etkinlik-seerken.html
Sponsorluklar da pekala, yeri geldiği zaman (yukarıdaki örnekte olduğu gibi) sosyal sorumluluk öğeleri içerebilir. “Sosyal Sorumlu” olanlar kurumlar değil, içerisinde çalışan profesyonellerdir. Nihayetinde kurumlar kendi kendilerine çevreyi kirledemez, yere çöp atıp tüküremez, ihtiyacı olanlara yardım edemezler…
sibel alpaslan
nefis bir sorgulama olmuş, kurumsal sosyal sorumluluğu daha iyi anlayıp tanımlayabilmeliler
saygılar,
Pınar
STK’lar neden bu konuda daha girişken davranmıyor bu durumda? Biraz da kabahat onlarda değil mi?
Anita
STK’lar neden girişken değil belli olmaz. Muhtemelen anlaşamıyorlardır birbirleriyle… ya da onlar asıl sosyal sorumlu olması gerekirken sosyal sorumsuzluk örneği olabiliyorlar
arzu pınar
yurtdışında, kurumsal sosyal sorumluluk alanında şirketlere “siz işinizi doğru yapın, gerisine pek karışmayın” demek yönünde bir eğilim doğmuş. tarihi geçmiş ilaçları afrikadaki hastalara göndermek, çevreyi kirleten bir şirketin çevre konusunda kss faaliyetleri veya yazdığınız gibi mc donalds örneği. türkiye de de turkcell kardelenler projesinin fazla reklamını yaptığı için eleştirilmişti. projeye aktarılan gelir, tanıtınıma aktarılan gelir konusunda şeffaflık beklenmişti.
sonuçta toplumsal fayda açısından baktığımızda, özel sektörün elbette ki itibarını geliştirmek ya da başka hedeflerle sosyal sorumluluk çalışmaları yapmaları herşeye rağmen faydalı. özellikle ülkemiz gibi sivil toplumun gelişmediği, derneklere güvenin her geçen gün azaldığı bir alana hız ve gelir getiriyor. ancak her şirketin birbirinin benzeri projeler değil de, ruhunu katarak ve profesyoneller tarafından yöneteceği, sahipleneceği kss çalışmalarına ihtiyaç var.
Kemal
arzu’ya katılıyorum. tam konunun üstüne basmış.
eren arkadaşıma da katılıyorum. ticari sebeplerden kaynaklandığı için sosyal sorumluluk değil sosyal sorumsuzluk örneği olan çok çalışma var ve şirketleri de kötü etkiliyor.
Selim
KSS’leri pazarlayan şirketlere ne demeli peki?
Serbay
Tek kelimeyle süper bir yazı olmuş, gerçekten şirketlerin yaptıkları sosyal sponsorluk olsa gerek:) Ne kadar derinlemesine yaptıklarını inceliyorlar, getirisini götürüsünü insanlara olan kazançlarını ne kadar göz önünde bulunduruyorlar bilmiyorum ama çok haklısın Fatma hanım ülkemizde sosyal soumluluk projeleri yaptığını iddia edenler kendilerini kandırıyor sanırım.
Beril
kss’yi pazarlayan şirketler bu işten para kazanıyorlar elbette. o sebeple akıllıca. stk’ların neden daha öncü hareket etmediği sorusu çok doğru, çok yerinde. dernekçilik bu memlekette zor malesef. tek açıklaması belki bu?
Bu arada nefis bir yazı Fatmanur hanım. teşekkürler.
Ufuk Özgül
Çok güzel bir noktaya parmak basmışsınız. Yine de gerçekçi olmak gerekirse kurum içinde çalışan insanların o şirketin felsefesine tam anlamıyla hakim olamadığını dolayısıyla da hiçbir zaman insani kaygıların, sorumluluk bilincinin, şirketin çıkarlarının ötesine geçemeyeceğini düşünüyorum. Belki de kurumların üstüne düşen en önemli vazifelerden biri bilinç yaratmak ki “pozitif değişim” gerçekleşsin.
Fakat ajanslara karşı bu önyargı neden onu da anlayabilmiş değilim. Fikrin reklamını yapıp yapmama ayrı mesele fakat “iyi fikir ajanstan çıkmaz zaten” tarzında bir genelleme yaparak ajanslarda çalışan tüm beyin gücünü hayat görüşü yetersiz kıvamına sokmak pek de mantıklı değil. Eren Bey belki de ajansını değiştirmeli.
Yazınız için teşekkürler Fatmanur Hanım…
Eren Kumcuoğlu
Sevgili Ufuk;
Fatmanur’un yazısını bir kere daha okuyarak senin yorumundaki 2.paragrafı üzerime alınmamam için ajanslar ya da üçüncü partilerle ilgili herhangi bir ipucu aradım. Maalesef bulamadım ve cevap vermek isterim.
Aldıkları fee’leri ve harcadıkları mesaileri göz önünde bulundurarak “iyi fikirler ajanslardan çıkmalı” diye düşünüyorum. “İyi fikir ajanstan çıkmaz” demiyorum.
Başarı tanımlarımdan biri de, doğru ajansı bulmak değil, herhangi bir ajansla doğru ilişkiyi kurmak ve doğru işi çıkartmaktır. Zira bu iş takım işidir. Değişim her zaman çözüm getirmez (tecrübeyle sabittir).
Hayat görüşü demek yanlış olur, ben tecrübesizlik olarak nitelendirdim. En nihayetinde bu, zamanla edinilen bir şey (benim de tecrübesizlikten ötürü sıkıntılar yaşadığım zamanlar oldu, oluyor). Mühim olan bunlardan ders almak, temcit pilavı gibi yeniden sunmamak.
Gözlemlerimi aktardığımda rahatsız ettiğim bir kitle var mı? O halde devam, doğru yerden vuruyorum.
Bu aralar blogumda ajanslara yüklendiğimden mütevellit, ajans düşmanı olarak addedildiğimi zannediyorum. Yazı dizimin şirket çalışanlarının zaaflarını konu alan devamı, farklı bir kitleyi tatmin edebilir.
Ben ne şirket tarafına, ne de ajans tarafına tahammül edebiliyorum.
Belki de işimi değiştirmeliyim =)
Ufuk Özgül
Belki de ilk yorumundaki ifaden sebebiyle “beklentim zaten böyleydi haklı da çıktım” şeklinde anladım. Genellemeleri sevmem, o sebeple ajanslara bakış açın konusunda da nacizane bir yorumda bulundum.
Doğru ajanstan kastım tabiki de doğru insanlar, sonuçta insan unsurundan bahsediyoruz hele hele konu iletişim olunca…İş değiştirme bence, iyi fikirler çıkaran iyi insanların çalıştığı iyi ajanslar var:)
Eleştiride bulunmayı seviyorsun, haklı olduğun noktalar vardır eminim. Rahatsız olan ya da mutlu olanları bilemem, fakat zaman zaman yazılarını okuyan ve sana katılan biri olarak bu sefer yaklaşımından dolayı pek katılamadım.
Sevgiler..
Kaydee
I follow you on twitter, your updates are awesome. I wish I could read Turkish.
@kaydee
–
Serbay
Fatma hanım twitter hayranlarınız buralara kadar gelmiş valla:) Ne güzel…
Uğur Özmen
Çok güzel bir yazı… Doğru noktalara dokunmuş…
Bir dönemler, bağlı oılduğumuz “uluslar arası” kuruluş “çevre” ve “küresel ısınma” konularında “kurumsal sosyal sorumluluk” projesi tartışmak istedi. Türkiye Genel Müdürü onlara sordu. “Reklam yapmak ve para vermek dışında çevre için ne yapıyorsunuz. Arabaları, elektrikle çalışanlarla değiştirmek; genel müdürlük binasının yalıtımını güçlendirmek (böylece daha az yakıt kullanmak); makam arabalarının sayısını azaltmak, yakın yerlerde oturanları, tek araç ile gelmeye özendirmek… Siz bu konuda ne yapıyorsunuz?”
Yanıt, Fatmanur’u doğruluyordu. KSS = yok öyle bir şey.
ferkul
guzel ve etkin, tartışır bir konuyu, oldukça etkili bir şekilde irdelemişsiniz
sorgulamaya açık, sorgulatıyor da..
tebrik ederim
Fatmanur Erdogan
Arkadaşlar,
16 Kasım’da yazdığım bu yazıyı 15 Aralık 2008 tarihinde, yani bugün, Hürriyet Gazetesinden Vahap Munyar’ın köşesinde destekleyen yazısını okumak ve ISO’nun da böyle bir konuyu gündeme getirmiş olduğunu görmek beni mutlu etti.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10567320.asp?yazarid=44&gid=61
Ş.Merve
Evet çok güzel yazı olmuş bende şöyle düşünüyorum tamam şirketler falan sosyal sorumululuk konusunda duyarlı olmaları gerekiyor ama önce biz kendimiz bu küçükten büyüğe gibi birşey anlatabiliyormuyum ben önce ben sosyal sorumluluklarımı yerine getirebiliyormuyum ben yazının son paragrafını düşünüyorum önce biz
Pingback: “Sosyal Sorumlu” kimdir? « MarketingCircle
Aykan Gulten
Merhabalar,
Yaziniz ve sonrasindaki yorumlar bana cok ilginc geldi. Saniyorum genel olarak Sosyal Sorumluluk adi altinda yapilan projelerin Sosyal Etki yaratmaktan cok uzak olmasiyla ilgili bir endise var. Genel olarak benim dusuncem kotu orneklerin olmasi genel olarak bu konsepti yoksaymamiza ya da butun isleri anlamsiz olarak nitelememize neden olmamali.
Sosyal sorumluluk oncelikle sirketlerin temel sureclerine entegre olmasi gereken bir kavram, Halkla iliskiler departmaninin yapmasi gereken ekstra bir is degil. Yani oncelikle urettiginiz mali ya da hizmeti dogaya ve insana en saygili sekilde uretiyor musunuz? Eger bunu yapmiyorsaniz kac kisiye burs saglarsaniz saglayin ya da ne kadar sponsor olursaniz olun sosyal sorumlu bir sirket olarak gorulmezsiniz. Tam da bu konuda Unileverin icine dustugu bir cikmazla ilgili kisa bir yazi yazmistim. Ilgilenenler icin: http://www.sosyaldiyaloglar.com/2009/01/unlever-seimi-gerek-gzellik-mi-axe.html
Ben yine de yorum yapanlar kadar karamsar degilim cunku cok heyecan verici hem pozitif sosyal etki yaratan hem de uzun donemde sirketlere fayda saglayan cok proje gordum. (Ornekler: http://www.mesfootball.org, http://www.nokia.com/corporateresponsibility/community/ourprogrammes/universalaccess/villagephone, http://www.thecoca-colacompany.com/citizenship/conservation_partnership.html)
Ben uzun donemde sapla samanin birbirinden ayrilacagini ve bu konuda hem calisanlarin hem musterilerin daha bilincli hale gelecegini ve gercek anlamda sosyal sorumluluk projeleri gorecegimize inaniyorum.
Sosyal Sorumlulugun sirketlerin stratejisine nasil entegre edilmesi gerektigine Michael Porter ve Mark Kramer’in Harward Business Review’de cikan yazisini oneririm: http://custom.hbsp.com/b01/en/implicit/custom.jhtml?pr=FSGIMR0612D2006122113
Eren Kumcuoğlu
Aykan;
Çok kısa, kız arkadaşımın çalıştığı kuruma ithafen verdiği bir örnek var burada;
http://gl-gn.blogspot.com/2008/05/sosyal-sahibi-ya-da-sahibiymi-gibi.html
Şaka gibidir. Şirketin yapılan sosyal sorumluluk işini özümse(yeme)mesini aynen karşılar
Pingback: “Sosyal Sorumlu” kimdir? | Eren Kumcuoğlu