Sorumlu bir insan olmak ile “sosyal sorumluluk” alanında çalışmak birbiriyle ilişkili ama birbirinden farklı iki kavramı anlatır. Sorun, bu ikisinin aynı olduğunu düşündüğümüzde başlar.
Örneğin televizyonda veya arkadaş sohbetlerinde, birine ya da bir gruba iyilik yapan kimse “sosyal sorumluluğum bu benim” gibi bir cümle sarf edebiliyor. Aslında kişinin demek istediği bu benim sorumlu bir vatandaş olarak yaptığım iyilik demek istiyor.
Ancak sosyal sorumluluk iyilik yapmanın ötesinde bir kavrama işaret ediyor. Bir sosyal sorumluluk projesi, iyilik yapmanın ötesinde olduğu gibi, bağış yapmaktan veya bir topluluğa ihtiyacı olan malzemeleri temin etmenin çok ötesindedir. Sosyal sorumluluk bir proje olarak ele alınmalıdır ve bir işin proje olabilmesi için de belli kriterleri barındırması gerekir.
Sosyal sorumluluk bir kampanya yapmak değildir. Populist yaklaşımlarla hareket edenler kampanyalarla işe başlar. Ülkemizde toplumsal sorunların çözümü için çabaların yarım kalmasının ya da yanlış işlerle para ve emeklerin yanlış yere gitmesinin en önemli sebebi budur. Kampanya, planlamanın sadece bir parçası olabilir ama başlangıç noktası olamaz.
Günümüzde iletişimcilerin sosyal sorumluluk çalışmalarının neden statik olduğunu merak ediyorsanız, neden tüm basın açıklamalarının aynı şeyi söyleyip, hiç bir şeyi söylemediğini düşünüyorsanız sebebi budur. Bir fidan kampanyası yapmak, 10 bin ağaç dikmek, 100 milyon TL bağış toplamak, bunlar ne sosyal sorumluluktur ne de sosyal sorumluluk iletişimi için uygundur.
Koca koca iş insanları en az 40 yıldır hiç bir şey öğrenmeden, öğrendiğinde doğru bildikleri yönünde savaş vermektense sürüye takılmayı tercih etmekten öteye gidemedi. Gidemiyor.
Çok az sayıda insan idealler doğrultusunda çok yoğun çaba veriyor. Ama yetmiyor. Çünkü Türkiye’de görünmeyen bir cult sistemi vardır. Hindistandaki gibidir sadece yazılı değildir.
Her insanın sorumluluğu öncelikle doğru olanı savunmak için olmalıdır. O istedi, bu istedi, şu istedi, mecbur kaldım demek sorumsuz bir vatandaş davranışıdır.