Bir telekom şirketinin akademi sorumlusu başka bir finans şirketinin akademisinin sorumlusu olarak işe alınır.
Kadın bir önce çalıştığı şirketteki dosyaları ve çalışmaların aynısını yeni geçtiği şirkete uygular. Bilgisayarınızda kopyala yapıştır işlemi nasılsa aynı onun gibi.
Eğitimler verilmeye başlanır. Eğitimlerin birinde katılımcılar eğitmenin öğretilerini sorgulamaya başlarlar. Akademiden sorumlu olan kadın bu sorgulamadan hiç hoşlanmaz ve gidip bu durumu Genel Müdüre şikayet eder.
Verilen eğitimin içeriğini sorgulayan 6 katılımcı ertesi gün genel müdürün odasına çağrılır. Genel müdür bu sorgulamadan dolayı bu altı çalışanı ciddi şekilde fırçalar. Görevleri sorgulamak değil, ne veriliyorsa onu olduğu gibi öğrenmektir. Bu altı kişinin yaptığı şey, içerikten memnun olmadıkları için kendi düşüncelerini verilerle birlikte ortaya dökmektir. Eğitimde bulunan diğer 11 çalışan zaten eğitim süresi boyunca tek bir kelime etmezler. Neden hiç konuşmadıkları ya da yorum yapmadıkları sorulduğunda, bir an önce eğitimin bitip bu zoraki eziyetten kurtulmak için sessiz kalmayı seçtiklerini söylerler.
Bu hikaye, 2018 yılında yaşanmış, Türkiye’de işletme bölümü profesörüne bir öğrencisi tarafından aktarılmış gerçek bir hikayedir. Bu öğrenci 10 yıllık iş tecrübesinin ardından akademiye geçmeye karar verir ve akademisyen olarak hayatına devam eder.
Sorgulayan çocuklar yetiştirelim diyen anne ve babalar aynı zamanda iş dünyasında yönetici seviyesinde olan insanlar.
Bundan birkaç yıl önce Munich’de bir liderlik eğitimine katıldım. Eğitimde Almanlar ağırlıktaydı ama dünyanın dört bir yanından katılımcı da vardı. Eğitmenler, yönetimlerin hata yapmasına aşırı derecede karşıydılar. Örnekleri de şuydu: Bindiğiniz uçağın benzininin az kalmış olarak havalanmasını ister miydiniz?
Sınıf birden ayaklandı ve inanılmaz bir tartışma çıktı. Karşımızdaki iki profesöre karşı bir grup üst düzey profesyonel yönetici, bu anlayışın vahşi olduğunu söylüyordu. Ben ve katılımcılardan bir tanesi daha, bizler bu iki grubun siyah beyaz yaklaşımında olduğunu düşünüyorduk. Ortada öyle güzel bir tartışma vardı ki, hocalar bize bildiklerini dikte etmiyor ama inanılmaz muazzam bir tartışma ortamı yaratarak, kişilerin kendi düşüncelerini oluşturmalarına, olgunlaştırmalarına ve tarzlarını bulmalarına olanak sağlıyordu.
Bence öğrenme dediğin kendi adına düşünmeyi öğrenebilmektir. Verilen bilgiyi almak, onu yorumlayabilmek, kendi düşünce süzgecinden geçirebilmek, araştırmak ve kendi fikrini ortaya koyabilmektir.
Aksi takdirde, başkasının fikrini alıp aktarmak fikir sahibi olmak değildir.
Program arkası akademiyi sunanlar gidip katılımcıları kimseye şikayet etmediler. Şirketlerine dönüp kimse hakkında olumsuz bir geri bildirim vermediler. Bizler öğrenciler olarak dönüp eğitmenlere bize böylesi bir düşünme ve tartışma ortamı sundukları için teşekkür ettik.
İnsan merak ediyor, koskoca özel sektör, bunca testlere tabi tutarak işe aldıkları ve milyonlar içinde elit olarak duran bu iş insanlarının bu kadar vasat altı olmasını, iş yapmamasını, düşünmemesini, kopyala yapıştır işler yapmasını nasıl kabul ediyor?
10 yıl yurt dışında çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndüğüm zaman bir headhunter şirketi sahibi bana şöyle bir bilgi vermişti: Bu ülkede ne iş yaptığın değil kaç yıl aynı koltukta oturduğun daha önemlidir. Koltuk korumak başarının simgesidir.
Çok haklı olabilir. Ülkede üretim yapmaya ihtiyacımız var diyen tonlarca uzman var. Ama bir şey üretme, geliştirme, yükseltme çabası, motivasyonu, cesareti ve ihtiyacı içinde olan insanlar nerede? Koltuk değil de üretme ihtiyacı olan ve bir derdi olan insanları toplayıp bir araya getirdiğinizde, taşlar yerinden oynamaya başlar.
2018 krizi ile birlikte fırsatçılık ekonomisi diye bir kavram çıktı ortaya. Oysa hep fırsatçı bir yaklaşıma sahiptik gibi geliyor bana. Yağmurda 1 TL’ye şemsiye satan esnaf, yabancı gördümü 2 TL diyordu. Ürün ve hizmetinde değişiklik yapmayan, ekonominin stabil gittiği durumlarda dahi restoranlar fiyat yükseltiyorlardı. Eh hayatta herşey şarap gibi fiyatı yükselince kaliteli algılanmıyor!
—