Ruhsal sıkıntıların kaynağında anlamsız insanlarla anlamlı ilişkiler yaşama isteği ve çabası yatar der Viktor Frankl.
Anlamsız insanlar, bana kalırsa tam da post-truth dönemi insanını ifade ediyor. Frankl bu dönemde yaşasaydı, anlamsızlığın denizinde yüzen bu dünyayı iyileştirmek için ne önerirdi acaba?
Birkaç gün önce, hiç tanımadığım biri bana umudu kaybetmemek gerektiğini yazdı. Hatta iki kez umutlu olmaktan bahsetti. Mutlu bir insan olmalı diye geçirdim içimden, çünkü mutlu olmayan bir insanın umutlu olması çok da kolay olamazdı.
Ben de biliyorum umudu korumanın erdemini elbette de umudu olmasa da varmış gibi yapıyor ya insanlar bazen, onlar canımı sıkıyor hafiften. Oysa yazan kişi öyle değildi. Kalpten söylüyor gibiydi. O gerçekten umutluydu. Umudunun kaynağı neydi acaba? Gerçekten bilmiyorum. Sadece mutlu bir insan olduğunu tahmin ediyorum.
Beyin devreleri arıza yapmış insanların mantıklı düşünebilmelerini sağlamak imkansız değildir ama öyle kolay da değildir açıkçası. Hem bireysel, hem kollektif hem de sistemsel çaba gerektirir. Ümidinin canlı kalması için çabanın işe yaradığını da görmen gerekir.
Çaba göstermek demek, anlamsız insanlarla anlamlı ilişkiler kurma çabasında olmak demek. Frankl işini biliyor. “Ruhsal sıkıntının kaynağı tam da bundandır” diyor.
One Comment
Timur Demir
Güzel bir yazı olmuş. Hayal kırıklıkları umutlarımızı alıp götürüyor. En iyisi beklentisiz şekilde kendi dünyamızda umutlu ve mutlu olmaya çalışmak.