Liderlik üzerine birçok yazı yazılıp çiziliyor.
Liderlerin tipik özellikleri arasında toplumların genelinden farklı düşünebilme ve hareket edebilme özgüvenlerinin olduğunu görüyoruz. Bu aslında o kadar da kolay bir durum değil. Büyük cesaret gerektiriyor. Herkesin “evet” dediğine, dışlanma ihtimalinize karşı “hayır” diyebilmenizi ve hareket yönünüzü büyük bir dirence karşı bile olsa değiştirebilmenizi gerektiriyor.
Tanıştığim başarılı liderlerin hepsinin hayatı ‘zorluklarla mücadele” ile geçiyor. Onlar yapabileceklerine gönülden inanıyorlar. Insanların düşüncelerine önem veriyorlar ama sürüklenmiyorlar…kendi yollarının bir şekilde diğerlerinkinden daha iyi olduğunu “biliyorlar”. Belki de bu yüzden liderlerin narsistik özelliklerinin olduğu söylenir. Kimbilir…
Bu bağlamda Yankı Yazgan’ın Akşam Gazetesine yazmış olduğu “Sürüden Ayrılma” başlıklı yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sürüden ayrılma
Ülkemizde bireysellik, bir başka deyişle, kendi değerlerine ve görüşlerine, herkesinkine pek uymasa da, sahip çıkmak pek makbul sayılmaz. Sürüden ayrılanı bir tek bizim ülkemizde kapmıyor kurtlar aslında, kendimize haksızlık yapmayayım. Diğer yandan, “sürüden ayrılsam mı acaba?” düşüncesinin hissedilmesi bile, sürünün elebaşlarını da, sürünün sizin bizim gibi “düz” üyelerini de rahatsız etmeye ve kurt yapmaya yeter. Toplumun sürüklendiği yönde gitmeme biçimindeki bireysel duruşlar, topluma ters düşmeyi doğurur. Bu tip davranışlarda bulunanlar, en iyisinden, “kendini göstermeye meraklı”, “kendini bir şey sanıyor” gibi sözlerle karşılaşırlar.
Konu siyasi (toplumun hassas olduğu konularda alışılmış kabullerden farklı hareket etmek gibi ) ya da ulusal (örneğin, milli takımımızın durumu hk hoşa gitmeyecek yorum yapmak gibi) bir anlam taşıyorsa, içimizdeki irlandalı tipi ihanet suçlamaları peydahlanır. Her durumda, “susma” yönünde telkinlerle karşılaşırlar, uygun eylemler de takip eder. Toplumun kendisine uymasını beklediği kişiye en büyük yaptırımı “dışlamak” olur. Dışlamanın en kolay yollarından birisi, “yok saymak”tır. Yok sayılanların, kuşkunun tuzağına düşmeleri, kendilerini toplumdan kopartmaları bu süreci hızlandırır. Yakınlarda yayımlanmış ve ülkemizden çıkma bir araştırmanın sonuçları da bu gözlemle paralel. Bireyselliğin önplanda olduğu toplumlarda (örn. ABD) ise, toplumla koşulsuz uyum içinde olmayı hedef seçen, bireysel duruşlarından kolayca vazgeçenler, değişik ruhsal ve sosyal sıkıntılara düşebiliyorlar. Türkiye’de ise, toplumla koşulsuz uyumda olanlar ruh sağlığı açısından rahat ederken, toplumun geneline aykırı bireysel duruşu tercih edenler, kendini karmaşık ruhsal durumların içinde buluyor ( Kaynak: Caldwell-Harris ve. Ayçiçeği, Transcultural Psychiatry. 43:331-61, 2006).
Liderlerin bu farklı duruşlarının getirdiği başarıdan besleniyor olmaları onları motive ediyor. Liderlik bu kadar kolay elde edilebilir olsaydı, “creme de la creme” yaşamak herkese mahsus olmaz mıydı?
3 Comments
Eren Kumcuoğlu
Olurdu tabi.
Bir ekleme de ben yapmak istiyorum, lider ruhlu insanlarda zaten doğal bir muhalefet hali mevcuttur. Bazen takıntılı olma derecesinde ayak basılmamış yolları tercih etmek isterler ve kendi seviyesindeki insanlardan akıl almak onların doğasında yoktur.
Sürekli “benchmarking” halinde oldukları gibi, farklılaşma için çaba göstermez, gerçekten farklı davranırlar. Bu da onları özel kılan başka bir durumdur.
Kişisel düşüncem, bu farklılaşma davranışının öğrenilebilir olduğudur, ancak doğuştan gelenler gerçek liderlerdir.
Yine de, kişisel gelişim kitaplarıyla öğrenilebilir olsaydı, sizin de dediğiniz gibi, herkes lider olurdu. Ancak bu durumdan rahatsız olan “gerçek” liderler de başka türlü bir farklılaşma yakalardı =)
janzu
konuyla bir alakası olduğundan değil, size bir mail attım
bakarsanız mutlu olurum
bu yorumu da okuduktan sonra silerseniz, yazınızın uzantısı olan yorumlarda sırıtmaz:)
Batuhan
Türkiye’de nasıl bir liderlik var ben bilemiyorum. Bireysel bir toplummuyuz yoksa değil miyiz onu da bilemiyorum. Bence bu ülkede bunlarin bile ne anlama geldiği pek bilinmiyor