Bazı günler sebebini anlamadığınız bir nedenden dolayı hüzünlendiğiniz olur mu?
Bugün benim başıma geldi. Uçak yolunda bir şiir okudum.
…öyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun…
Böyle gidiyor dizeleri. Ayşe Arman’ın yakın zamanda arka arkaya röportajlarını yaptığı bir yazardan.
Üniversite yıllarımı düşündüm sonra. Çok sevdiğim bir dostum radyo programı yapardı. Gece geç saatlerdeydi program ama öyle anlamlı ve öylesine seni senden alan bir programdı ki, yapışır kalırdım radyo’nun başına. Şiir dizelerini okurdu zaman zaman. Sonra beni arardı program bitince. Ben uykulu sesle, o heyecanla programın nasıl gittiğini öğrenmek istercesine konuşurduk saatlerce. Ertesi gün derse gitmek için uyanmanın mümkün olmadığını bilsek de…vız gelirdi bize. Hayatıma böyle güzel ve içten dostların ve dostlukların girmiş olmasını seviyorum. Dostlukları önemsiyorum.
Niye peki durup dururken aklıma geldi bu hikaye? Bu gece saat 23.30’da TRT 1’de 95.6 frekansındayım. Programın 24.00’de başlama ihtimali de varmış ama. Galiba Istanbul trafiğinde canlı yayına geç kalmanın önüne geçmek için uygulanan bir taktik bu. Doğrusu ne konuşacağımı ben de bilmiyorum ama dostumun yaptığı programın kıvamını tutturabilmek isterdim doğrusu.
Program yapımcısı Burak’tan bana ne konuşmak istediğine dair bir email atmasını istedim. Yarım saat sonra geliyor Fatmanur hanım dedi ama henüz ses seda yok Buraktan. Üstelik medya mensuplarının bizlerden en büyük ricası şudur: “Lütfen mesajlarımıza olumlu ya da olumsuz ama bir şekilde geri dönüş yapın.” Ben de bu hususa çok önem veririm ve gazeteci, muhabir dostlarıma hızlı geri dönüş yapmayı ciddiye alırım. Bu yüzden beni severler. Ama bu kadar titizlendikleri ve onlar için temel olan bir “sorunsalı” kendileri yerine getirmekte neden zorlanırlar bilmem. Hafif ironik bir durum. Burak bu yazıyı okuyorsa, programda beni sıkıştırma katsayısı da yükselebilir. O yüzden canlı yayında kendimi riske atmamayı tercih ediyorum. Susuyorum.
Neden şiirin dizelerini okurken hüzünlenmiş olabilirim diye düşünmeye devam ediyorum. Galiba benim için önemli olduğunu düşündüğüm birşeyi kaybettiğim hissinin hüznü bu. Geçer demek istiyorum; yine de kendimi biliyorum. Önemsediklerimi kaybetmek duygusuyla aram hiç bir zaman pek de iyi olmadı. Yine de hayatta herşeyin bir sebebi vardır diyerek biraz rahatlamayı deniyorum. Üstelik hava alanında herşey doğa üstü iyi gidiyor. Ön sıralarda oturmayı sevdiğimden hostese “yer var mı?” diye soruyorum.
“Malesef” diyor,
Bir sürü sebep sayıyor ama hüzünlüyüm ya, pek duyacak halde değilim.
“Önemli değil” diyorum. “Neresi varsa.”
Hostes bana bakıyor ve bir işaret yapıyor. Herşey yolunda dercesine. Ama işaretin anlamını anlayacak havada değilim.
“3 nolu koltuğunuz hazır Fatmanur hanım” diyor.
Şaşırıyorum.
Uçuş yapıyor olmamın sebebi aslında beni bekleyen önemli bir postayı almaktı ama yol üzerinde bu anlaşmanın bozulduğunu öğreniyorum. Hostesin kıyağı bu yüzden biraz daha hoşuma gidiyor. Neden böyle bir kıyak yapma ihtiyacı duydu bilemiyorum. Ama seviniyorum. Acaba hüzünlü dolaşmanın böyle bir pozitif etkisi olabilir mi diye içimden geçiriyorum. Sonra kendime gülümsüyorum. Hostese teşekkür edip, uçuşumu bekliyorum.
Bizim için önemli olan şeyleri kaybetme hüznü ilginçtir. Cünkü tam olarak birşeyi kaybetmiş olmak değildir, sadece hissedilen bir haldir. Sadece kaybedecek olma ihtimalinin korkusu gibi bir şey. Bir nevi önden tedbir olsa gerek bu hüzün hali! Düşündürür bu hal insanı…Kaybedeceğimizi düşündüğümüz şeylerin arkasından gitmeli mi yoksa zamana mı bırakmalı herşeyi?
Kaybetmeyi göze alıyorsak, ya yeterince cesur değiliz ya da yeterince değer vermiyoruz kaybettiklerimize. O zaman da bırakmayı seçiyoruz. Bazen bırakmak güzeldir. Bazense bırakmak bir hayat boyu sancı verir. Hangisinin en doğru seçim olduğunu aslında hiç bir zaman bilemeyiz. Ne ilginç bir paradox, öyle değil mi?
Kariyer endişeleri içinde olanlar benzer ikilemlerden çok geçer. Acaba kimyager olmak mı istiyorum yoksa film prodüktörü mü? Yanlış bir karar vermemek için akla karayı seçeriz. Sonu hüsranla bitsin istemeyiz seçimlerimizin. Oysa hiç bir zaman bırakmayı şeçtiğimiz opsiyonun diğerinden daha kötü olup olmadığını tam olarak bilemeyiz. Bildiğimiz, “seçtiğimiz” ya da “korumayı tercih ettiğimiz” önceki seçimlerimizle ne kadar mutlu ya da mutsuz olduğumuzdur. Hiç bir karar da aslında en iyi karar değildir. Sadece bir tercihtir.
3 Comments
emre sezgin
Yazı, beni geçmişe çok önemli bir kararı verdiğim bir zamana götürdü. Peugeot’un Paris’teki tasarım okuluna davet edildiğim günü dün gibi aklımda… Fransa’dan çok üst düzey bir yönetici şahsen çağırmıştı gel tüm masrafların bizden demişti. Teklifi alınca bir süre tereddüt ettiğimi hatırlıyorum. Sonrasında teklifleri için teşekkür edip kibarca reddetmiştim. Şimdi geriye dönüp baktığımda şunu net olarak söyleyebilirim. Yaptığımız secimlerin geleceğimizdeki farklı yolları ve fırsatları engellediğini bilmek… en büyük kumar kendi hayatımız… Geçmişteki seçimimden memnun muyum? Yaşadığım hayatı seviyorum.
hande arcan
Fatmanur Hanim,
Sizi seviyorum. Fotoğrafınız bana Can Yücel’in “Boşver Be Yaşı Başı” şiirini hatırlattı. (Sizin bu siyahlara bürünüp güçlü insan intibaı uyandırmanın arkasına saklanmayı tercih etmemenizi takdir ediyorum). Bu şiirin sesli videosu benden size gelsin. http://www.youtube.com/watch?v=f0-qTtMXQBM
Fatmanur Erdogan
Tesekkurler Hande.